Tweetle

12 Haziran 2012 Salı

çocuksun sen ve bu dünya sana göre değil.


Ahmet Telli' nin bir şiirini hatırlatıyor bu fotoğraf bana. 
-Çocuksun Sen-
.....
Bir bulutun peşine takılıp gittiğimiz yer
Okyanus diyelim istersen ya da sen söyle
Batık bir gemiyim orada, seni bekliyorum.
Upuzun bir sessizliğim, fırtınalar patlarken
Gövdem köle tacirlerinin barut yanıkları içinde 
Ve gittikçe acıtıyor yaralarımı tuzlu su.
Çocuksun sen, büyümek yakışmazdı hiç.
Gülüşünün kokusuyla yeşerdi bu elma ağacı
(soluğunun elma kokması bundandı belki)
Bir elma kokusuna tutundum düşerken
Sallanıp durmaktayım, bir saatin sarkacı
Nasıl gidip geliyor gidip geliyorsa öyle.
.....
Çocuksun sen, ve bu dünya sana göre değil.

10 Haziran 2012 Pazar

İçimizdeki pencereler

bir pazar günü,
akşamüzeri...
fotoğraf çekmekten daha güzel bir şey varsa, o da fotoğraflar bakmaktır.
uzun zamandır yoğun seyahatlerim, fotoğraf çekimlerimden vakit bulamıyordum.
bu pazar, fırsattan istifade, sizleri fotoğraf bakmanın verdiği tatla buluşturmak istedim.

Kimsenin görmediği, herkesten gizleyip, kapalı tuttuğunuz ne kadar pencereniz varsa, ardına kadar açın.
Huzur dolu bir hayat dolsun içinize...

5 Haziran 2012 Salı

İstanbul'a dönüş


"Ankara'nın en çok nesini seviyorsunuz?" sorusuna cevaben, İstanbul'a dönüşünü demiş ya Yahya Kemal... Bizim Mardin de o hesap. Mardin'i de çok seviyorum elbet, ama İstanbul bir başka... :)

2 Haziran 2012 Cumartesi

oynar mısın benimle?


Fazla bir şey yazmak istemiyorum bu güzel fotoğrafın altına. Biliyorsunuz az yazı, çok fotoğraf misyonumuz. Mardin'de, sokakta yürürken rastladım onlara. Bir poz rica ettim, beni kırmadılar :) Sayelerinde, çocuk fotoğrafı koleksiyonuma bir yenisini ekledim. Belki bir gün çocuk fotoğraflarından oluşan bir sergim olur, ne dersiniz? Sizce olur mu? 

29 Mayıs 2012 Salı

martılar


Bundan yüzyillar önce deniz aşırı, çok güzel bir ülke varmış. Tabi her masalda oldugu gibi bu masalda da o ülkenin bir kralı ve tabii ki bir de prensesi varmis. Prenses dünyalar güzeli bir kızmış. Kral ona bakılmasını yasaklamış, her gün dolaşmak için saray muhafızları ile sarayın dışına çıkacağı ilan edildiginde halk eğilir ve gözlerini kapatır, ya da evlerine kaçışırmış. Onu görmenin bedeli ölümle cezalandırılmakmış. Günlerden bir gün yine prenses dolaşmak için çıktığında; fakir bir köylü delikanlı herşeyi göze alarak başını kaldırmış ve prensesle göz göze gelmişler... O an fakir delikanlı prensese inanilmaz bir aşkla tutulmuş. Prensesin derin bakışlarının da boş olmadığını düşünmüş ve günlerce uyuyamamış. Fakir delikanlı ölümü bile göze almak pahasına, prensesi bir kere daha görmek için uğraşmış durmuş. Bu arada güzel prenses de onu tutulmuş onun zarar görmemesi için günlerce kendini saraya kapatmış. Sonunda dayanamayan fakir delikanlı her şeyi göze alarak gizlice sarayın bahçe duvarına tırmanmış ve prenses ile bir kere daha göz göze gelmişler. Fakir delikanlı hemen duvardan atlamış ve prensesle konuşacağı anda saray muhafızlarına yakalanmış. Kralın karşısına çıkarılan delikanli ölümle cezalandırılacağını bildiğinden krala prensese duydugu aşkını anlatmış. Kral ölüm emrini vereceği anda prensesin yalvarışlarına dayanamayarak delikanlıya başka bir ceza vermeyi kabullenmiş. Hemen bir gemi hazırlattıran kral, gidilebilecek en uzaktaki adaya bir fener yaptırmış ve fakir delikanlıyı da o adada yanlız yaşamaya mahkum etmiş... Aradan bir kaç ay geçmesine rağmen prensesi unutamayan delikanlı prensese olan aşkını kağıtlara dökmüş ve martılara anlatmaya başlamış... Artık bütün martılar fakir delikanlının prensese olan aşkını anlamış ve yazdığı mektupları prensese götürmeye başlamışlar... zamanla prensesin de yazmış olduğu mektupları fakir delikanlıya götüren martılar
aracılığı ile iki gencin arasındaki aşk iyice büyümüş. Ta ki... Bir sabah sarayın bahçesinde kahvaltı yaparken prensesin odasının penceresine ağzında bir mektupla konan martıyı kralın görmesine dek. Tabii
korkulduğu gibi olmamış... Martıların bile aracı olduğu İki gencin arasındaki büyük aşkı anlayamadığı için kendisinden utanmış ve ağlayarak kızına sarılan kral, hemen bir gemi göndertip fakir delikanlıyı getirtip kendisi ile evlendireceğini söylemiş. Buna duyunca çok mutlu olan prenses hemen delikanlıya bir mektup
yazmış ve olanları anlatmış. Bu arada mektubu götürmek için bekleyen martıya da tüm martıların düğünlerine davetli olduğunu söylemiş. Buna çok sevinen martı mektubu bir an önce ıssız adaya götürmek için
yola çıkmış. Tam yolu yarılamışken yanından geçen bir kaç martı arkadaşına haber verip hepsinin düğüne davetli olduğunu söylemek için gagasını açtığında mektubu düşürmüş. Tüm martılar hep birlikte mektubu aramaya başlamışlar. Fakat bir türlü bulamamışlar... Bu arada prensesten mektup alamayan aşık delikanlı, yazmış olduğu mektupları göndermek için bir tek martı bile bulamamış... Biraz ilerisinde uçuyorlar fakat yanına gitmiyorlar ve mektubu ariyorlarmış... Prensesin kendisini artık unuttuğunu, istemediğini, martıların da onun için yanına gelmediğini sanan delikanlı üzüntüsünden sonunda kendisini fenerden kayaların üzerine atarak intihar etmiş. Olanlardan habersiz kralın gemisi adaya vardığında fakir delikanlının soğuk bedeni ile karşılaşmışlar... İşte o gün bugündür, martılar o mektubu ararlar. Mektubu bulup, o inanılmaz sevgiyi geri getirebileceklerine, her şeyi düzelteceklerine, inanarak hep denizler üzerinde uçuşup dururlar. 



28 Mayıs 2012 Pazartesi

Tadımlık Mardin





Fotoğraflardan anlamışsınızdır, nerede olduğumu :) Bir proje ve bir sergi için, Mardin'deyim. Proje için çektiğim fotoğraflardan ziyade, bir de blogum ve internet sitemiz için çektiğim fotoğraflar da var. Fotoğrafların şimdilik bu kadarını paylaşıyorum, tadımlık... İstanbul'a dönünce uzuun uzun Mardin'den bahsederiz :) Mardin'deki farklılaşmış nüfustan, El işçiliğinden, farklı mimari yapılarından...
Bu arada izleyicilerimden Mardin'de ikamet edenler varsa, Sakıp Sabancı Kent Müzesi'nde,  "Seyreyle Ara Güler Mardin'de" adında bir sergi var, bir görmek lazım...

20 Mayıs 2012 Pazar

yaşanmışlıklar sehpası




Bir süredir birşeyler paylaşmak nasip olmadı, web sitemizle meşgulüm biliyorsunuz :) (bilmeyenler için: fotografcin.com )
Güzel bir seriyle, kendimi yeniden hatırlatmak istedim. Taksim benim uğrak mekanım, fotoğraflarımdan anlamışsınızdır. Taksim'e her gittiğimde bu antika eşya dolu sehpayı da karelemeye çalışıyorum. Neden bilmiyorum, benim için farklı bir anlamı var. Her defasında hangi parçaların satıldığını, ve hangi parçaların hala masa sehpa üstünde durduğunu görmek, bana bir önceki gelişimi hatırlatıyor. Her defasında aynı sehpa üzerinde farklı objeleri çekmek, farklı bir keyif veriyor işte :)
Peki ama neden yaşanmışlıklar sehpası diyorum?
Çünkü her bir eşyanın taşıdığı yaşanmışlıklar var, anılar toz olup birikmiş üstlerine sanki.... Gaz lambasından, makara kutularına, çocukluğumda oynadığımız arabalardan, daktiloya... Hepsinde, bir "dondurulmuş an" var.
İşiniz olur da, İstiklal'den Galata'ya inerken, bu antika eşya dolu sehpayı görürseniz, beni hatırlamak olsun ilk işiniz :)

17 Mayıs 2012 Perşembe

fotografcin.com: İyi haberlerim var

fotografcin.com: İyi haberlerim var: Bu defa fotoğraf paylaşmayacağım. İyi haber bu değil elbet. İyi haber şu ki, web sitemiz artık aktif.  fotografcin.com Neden mi web sitem...

16 Mayıs 2012 Çarşamba

İyi haberlerim var

Bu defa fotoğraf paylaşmayacağım.
İyi haber bu değil elbet.
İyi haber şu ki, web sitemiz artık aktif. fotografcin.com
Neden mi web sitemiz? Çünkü büyük bir kadrodan mürekkebiz :)
Ufak tefek eksiklikler var, onları da tamamlayacağız en kısa zamanda.
Hepinizi bekliyorum.
Sadece ben değil, hepimiz hepinizi bekliyoruz :)
Sevgiler...

13 Mayıs 2012 Pazar

Siluetleridir tek gördüğünüz...


Bazı insanlara baktığınızda, siluetleridir tek gördüğünüz...
Dışı kalın çizgilerle çizilmiş, içi simsiyah...
Ya siz ışığa tersinizdir, ya da o, güneşle aranıza girmiştir.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Büyüyünce ne olacaksın?

-Çocuk.


Çoğumuzun cevabı olur, eminim. çünkü bir çocuk
Nedensizce mutlu olabilir,
İnsanları affetmesi için bir tane pamuk şekeri yeterlidir,
Merak ettiklerini hiç düşünmeden soracak kadar cesurdur,
Kalabalıklar içinde ağlamaktan utanmaz,
Hayatta öğreneceği bir şey hep vardır,
Sorumlulukları yoktur,
Dünyayı kurtarabileceğine inanacak kadar masumdur,
İstediği her zaman, istediği herkese küsme hakkına sahiptir.
Ve en önemlisi, en büyük acısı, dizindeki açık yaralarıdır.


Bıkmadan usanmadan büyümek ister...
ama bilmez:
İstediği olduktan sonra, pişman olacaktır.

8 Mayıs 2012 Salı

kim sevmez kağıt helvayı?

Kim sevmez ki kağıt helvayı? 
Hele hele seyyar satıcıdan alınmışsa, tadına doyum olmaz. Öyledir ya hani sahil kenarında turşu suyu eşliğinde yediğin balık etmeğin tadını, boğazda lüks bir restaurantta yediğin balıkta bulamazsın. Bir başka olur. 
Kağıt helva almadan önce, seyyar satıcının fotoğrafını çekmek de başka bir zevkmiş. Biraz kızdırmış mıyım amcayı? ;)

6 Mayıs 2012 Pazar

azımsanıyorum, azım sanıyorum

Ne zaman Taksim'e gitsem, bu yaşlı teyzeyi bir duvar kenarında oturmuş buluyorum. Elinde hep bu kırmızı kap oluyor. Gözlerinde ifadesiz bir bakış... Ne söyleyecek bir sözü var, ne umudu, ne hayali.
Öyle az kalmış ki... Artık, çok olmaya yetmiyor.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Tarihle ilgilenenler, ve fotoğraf bakmayı sevenler








Sultanahmet'te, İstanbul Arkeoloji Müzeleri, turistlerin uğrak mekanlarından biri. Arkeoloji müzesi, çinili köşk, ve eski şark medeniyetleri müzesi olmak üzere üç farklı binadan oluşuyor.
Eski çağlardan kalma pek çok eserin sergilendiği Arkeoloji Müzesi, fotoğraf çekmenin yasak olmadığı nadir müzelerden biri olsa da, fotoğraf çekmeye yeni başlayanlar için pek de akıl kârı bir yer değil. Zayıf ışık, tripot yasağıyla bir araya gelince fotoğraf çekmek oldukça zor bir hal alıyor.
Müzede, antik çağdan kalma heykeller, gündelik hayatta kullanılmış eşyalar, mezar taşları, paralar ve daha pek çoğu sergileniyor.
Tarih'le ilgilenenler için gidilesi bir mekan. Tarihle ilgilenmeyip, fotoğraf bakmayı sevenler için de, fotoğraflarım yeterli olur umarım :)






2 Mayıs 2012 Çarşamba

Bugünlerde İstanbul









Tahmin edilebileceği gibi, bu çiçekler İstanbul park, bahçe ve cadde kenarlarından... Son bir kaç senedir, İstanbul bahar aylarında çiçeklerle süsleniyor. Sümbüller, menekşeler, nergisler ve tabi ki laleler...
İstanbul'da yaşayanlar, bu manzaraya yakinen şahit oluyor. Çocuklarını parka çıkardıklarında, pikniğe gittiklerinde, hatta araba kullanırken...
Fotoğraf çekenlerin de meşhur konusu bugünlerde laleler. Ben de, İstanbul'un bir kaç farklı yerinde çektiğim çiçek fotoğraflarını İstanbul'da olmayanlar, İstanbul'da olup da, günün yoğunluğundan görmeye vakit bulamayanlar için paylaşayım dedim.
Fazla söz söyleyip, çiçeklere gölge etmeyelim. Sıradaki post, size gelsin.











29 Nisan 2012 Pazar

Sokak Sanatçıları 2










Fotoğrafla uğraşanlar az çok bilir, İstiklal Caddesi, an fotoğrafları çekmek için ideal adreslerden biridir. Çünkü İstanbul'un en hareketli yerlerinden biridir burası. Sürekli bir devinim vardır. Durağan birşey bulmak neredeyse imkansızdır. Falandır, filandır.
Ben de dün aldım makinemi, çıktım dışarı. Neredeyse her adım başı, bir kenarda, bir grup sokak müzisyeni, ellerinde enstrümanları, hem çalıp hep söylüyorlardı. Etrafını çevirmiş hayretle izleyen insanlar, dans edenler, videoya alanlar, ve tabii benim gibi fotoğraf çekenler... Öyle kalabalıktı ki İstiklal.
Onlardan biri de bu gruptu. Arada dahil olan başka başka üyeleriyle, çaldıkları şarkılar ve sempatik tavırlarıyla, Taksim'in, etrafına en çok insan toplayan grubuydu.
Onnlar başka parçaya geçe dursun, ben de dondurulacak yeni 'şimdi'ler bulayım...
Takip et: @fotorafsand Tweetle